Bu Blogda Ara

6 Ocak 2012 Cuma

artısı - eksisi

 

16 Nisan
Arkadaşımı ziyeretim esnasında, konumu itibariyle bir çok sorulara maruz bıraktım onu. İki sorumu ve aldığım cevabı yazmadan geçmeyeceğim.

Saat kaç, dedim ona.
12.30, dedi o.
"Apartmanımın gider ve geliri nasıl? İşte bunu öğreneceğim."
" Kolay diyor o. Temsilci, siteye varacak, durumu anlatacak. Dosyayı isteyecek. Eğer içinden çıkamam, derse, ben buradayım. "

Arkadaşımın ben buradayım sözü beni rahatlatıyor.

"Bu sefer sorum manevi olacak."dedim ona.

Onun soracağım soruya kulak vermesi dikkate değerdi. Verdiği cevap: Umrede, umreye ağırlık verdiğini beyan etti. Teheccüdün uzağında kaldım, demesi teheccüdü umursamıyor olmasından değildi elbet.
Umre dönüşümde, say'ı bitirdiğimde, say alanında (Safa ile Merve arasında) iki rekat olarak kıldığı, ferdi teheccüdünden bahsetti.

"Evet, çevremizde vurdum duymazlar çok" diyor o.

"Hayır," diyorum ben, "vurdum duymazlıktan ziyade, işi bilmeyenler, vakıf olamayanlar demek yerinde olur." Arkadaşım da şöyle diyor: "Şunu demek istiyorum; geçenlerde bir tanıdığımla karşılaştım. Nereden geldiğini sorunca, Dört Mevsim Maraş Dergisinin toplantısından demez mi? O derginin Yönetim Kuruluna seçilen benim neden haberim olmuyor. Birileri, "toplantı nasıl geçti," gibilerinden bir soru yöneltseydi, ne diyecektim? "Benim toplantıdan haberim yok mu? diyecektim."

Dumanlar arasında kalmış, boğulmamış ama eğer müdahale edilmese, saniyeler sonra boğulacak hissine kapılıyor insan yazmadığı, okumadığı, boş geçen zamanlarında. Kendini bir hiç biliyor üzerindeki suçluluk psikolojisini atamıyor düşüncelerini yazıya dökemeyince.

Hani insanın gönlü uzaklarda gezer derler ya. Öyledir. Kimi zaman oluyor. Anlatacaklarım da eskilerden: Bir gün değer verdiğim ve kendinde geleceğe ait bazı izler yakaladığım bir imam dostumum görevli bulunduğu camisine cumayı eda etmek üzere gittim. Dostum namazdan önce bana hutbesini okudu. Üzerine bir de espiri yaptı. "hutbeyi dinledin, sen artık günün anlamını daha iyi kavrarsın" dedi. Sonra, minbere çıkarken minberin altında namaz kılacak olan bana fısıldadı: "kafanı minbere vurma sakın. Çoğu kafasını minbere vuruyor da." dedi.

Ne karşımdaki bonmarşe yazısını, ne aradaki, oluklardan sular dökülen küçük havuzu ve ne de sıcaklara dayandığımız şu günlerin öncesinde cami önündeki ağacın yeşil yaprakları dikkatimi çekti. Onun güzel bir ses tonuyla okuduğu hutbesi hep bunların önüne geçti.

İmam, bana okuyacağı hutbeyi vermek üzere namazdan önce söz vermişti. Hatta takılmıştı ve maksadımı bilmişti. Yazmak için, bilgi edinmek için istediğim bilincine varmıştı. Günün telaşesi bu aktimizi bozdu sanki. Ne, ben hutbeyi istemeyi hatırladım, ne de o vermeyi.

Bu gecenin karanlığından dalıp gitmek, bulanık yaşantılarımızın sırrını çözmek, sonra da ihlaslı bir insan olarak çıkmak isterdim geceden.

Orta kutsal ayların ortasıdır aradığımız gece. Kadir gecesi gibi ramazan ayının son on gününe gizlenmiş değil, açık ve nettir yeri. Şaban ayının orta gecesine beraat kandili demiş Efendimiz. Sonraki büyüklerimiz de geceyi böyle bilmişler ve eda ediliş yollarını göstermişlerdir.

*

GECE HAKKINDAKİ BİLDİKLERİM
İnsanlık yaratılamadan önce ruhları topladı Yaratıcı. Bir yıl içinde olacak şeyler meleklere bildirildi. K. Kerim'i ve (Levhi Mahfuzda) bu gece indirildi . (buradan da, Kadir gecesinde, dünya semasındaki beytu'l izzete indirildi. Oradan da ihtiyaç nisbetinde yirmi üç yılda parça parça indirildi.)

HADİS : 1- Şaban'ın on beşinci gecesinde Allah'ın kulları üzerine rahmeti zuhur edip, mü'minlere mağfiret eder, bağışlar. Kafirlere ise mühlet verir. Kin ve haset sahibi olanları bu sıfatı terk edinceye kadar kendi hallerine bırakır.

HADİS: 2- Şaban'ı şerifin on beşinci gecesi olunca, o geceyi ihya ediniz ve gündüzünde de oruç tutunuz! Muhakkak ki Allah'u Teala ; "mağfiret olunmak isteyen yok mudur ? mağfiret edeyim. Rızık isteyen yok mudur, vereyim". Buyurur. Bu hal sabah kadar devam eder.

-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder